Duygu'nun trajik ölümü, Türkiye'de bir kez daha kadın cinayetleri konusunu gündeme getirdi. Genç yaşta hayatını kaybeden Duygu'nun katilinin yaptığı itiraflar ise hem polis teşkilatını hem de kamuoyunu şoke etti. Duygu'nun cenazesinin arkasından yapılan açıklamalarda, katilin psikolojik durumu, cinayeti nasıl işlediği ve Duygu ile olan ilişkisi üzerine çarpıcı bilgiler ortaya çıktı. Şimdi ise, Duygu’nun katiline ağırlaştırılmış müebbet hapsi talep ediliyor. Bu trajik olay, adalet sistemi ve kadın hakları mücadelesi açısından da büyük önem arz ediyor.
Duygu'nun katili, emniyet güçlerine verdiği ifadesinde, cinayeti işleme nedenini ve yaşananları anlattı. Duygu ile sevgili olduklarını belirten katil, zamanla aralarındaki ilişkinin gerginleştiğini, kıskançlık krizlerinin büyüdüğünü ve olay günü sinirlerine hakim olamadığını söyledi. Bu itirafta, katil, "Onun beni aldattığını düşündüm. Bir anlık öfkeyle hareket ettim" diyerek, Duygu'ya yönelik cinayetin öncesindeki ruh halini açıkladı. Ancak birçok uzmanın ve kadın hakları savunucularının dikkat çektiği üzere, bu bahaneler, yaşanan vahşetin bir savunması olamaz.
Ayrıca, katil, cinayetin ardından Duygu’nun ailesini arayarak "Ona bir şey yapmadım. Bir yere gidiyor" şeklinde yalan söylediğini, daha sonra cinayeti itiraf ettiğini ancak bunun sonrasında çok pişman olduğunu ekledi. Duygu'nun ailesi, bu sözlerin, katilin suçunu kabul etmeme çabası olarak değerlendirirken, kadın cinayetlerinde sıkça kullanılan 'pişmanım' kelimesinin ardındaki gerçek niyeti sorguluyor.
Duygu’nun ailesi, katilin peşini bırakmıyor. Bu yılın başlarında meydana gelen trajik olay sonrası, Duygu'nun ailesi, cinayetin ardındaki psikolojik dinamiklerin incelenmesini talep etti. Avukatları aracılığıyla, Duygu'nun katilinin ağırlaştırılmış müebbet hapsi ile yargılanmasını istiyorlar. Bunun yanı sıra, bu olayın, kadınların maruz kaldığı şiddetin önlenmesi ve erkek-egemen toplumsal yapının sorgulanması açısından da bir dönüm noktası olacağına inanıyorlar. Aile, "Bu yalnızca Duygu'nun davası değil, tüm kadınların davasıdır" diyerek toplumu harekete geçmeye çağırıyor.
Duygu'nun hikayesinin, Türkiye’deki diğer benzer olaylarla kıyaslandığında, çözümü daha karmaşık hale getirdiği görülüyor. Toplumda kadın cinayetlerine karşı duyarlılığın arttığı bir dönemde, Duygu'nun davası, bu mücadelenin bir sembolü olmaya aday. Duygu'nun ailesi, cinayet soruşturmasının hızlanması ve adaletin bir an önce tecelli etmesi adına mücadelelerinin devam edeceğini açıkladı. Ülke genelinde yaratılan farkındalık ve kadın cinayetleri karşısındaki tepkiler, Duygu’nun davasının bir simge haline geleceği umudunu taşıyor.
Bu olay, Türkiye'de kadın cinayetleriyle ilgili mücadele eden sivil toplum kuruluşlarının da gündeminde. Birçok aktivist, katilin itiraflarını yetersiz bulup, “Öfke anında cinayet” şeklindeki savunmaların, toplumda kadına şiddeti normalleştirdiğini savunuyor. Bu noktada, hem sistemin işleyişine hem de toplumsal değer yargılarına yöneltilen eleştirilerin artması, Duygu'nun davasından çıkacak olan sonucun, perde arkasındaki sessiz çoğunluğun sesi olabileceğini gösteriyor.
Son olarak, Duygu’nun cinayeti, toplumda büyük yankı uyandırırken, kız kardeşi, "Adalet yerini buluncaya kadar pes etmeyeceğiz" diyerek, toplumu, kadın cinayetlerine karşı duyarlı olmaya çağırdı. Böylelikle, Duygu’nun trajedisi, yalnızca bir suça değil, aynı zamanda toplumsal bir uyanışa da zemin hazırlamış durumda. Adaletin tecellisi için yapılan tüm bu çabalar, umarız ki başka kadınların aynı acıları yaşamaması için bir örnek teşkil eder.
Söz konusu olayın ardından, Duygu’nun anısını yaşatacak etkinlikler düzenlenmesi ve benzer cinayetlerin önlenmesine yönelik kamu bilincinin artırılması konularında da çalışmalar hız kazandı. Tüm bunlar, adalet arayışının yalnızca hukuki değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk olduğunun en açık göstergesidir. Duygu’nun davası, sadece onun için değil, tüm kadınların haklarının korunması adına bir dur durak bilmeyen mücadele anlamına geliyor.